Blog

Sevgi

Her şeyin başladığı ve bittiği yerdir sevgi. Her şeye anlam katan veya manasızlaştıran bir olgudur. Sevgi oluşturulmaz, olur. Nasıl olur da içimizde yeşerir bilinmez. Bazı şeyleri severiz ve nedenini bilmeden severiz. SEVGİ olmuştur her nasılsa, sevdiğimize karşı içimizde. İşte belki de Allah vergisi dediğimiz şey bu. SEVGİ… Bazen de ne yaparsak yapalım olmaz. Sevmek isteriz mantığımızla ama kalp bunu içine almaz ve sevemeyiz. O zaman zorlamaktan vazgeçin, sevgi zorla olmaz, mantıkla hiç olmaz. Sevgi; Yaradan’nın verdiği öz kaynağımızın, kalbî hisleri aktifleşip ateşlemesiyle olur.

Sevgi temel ihtiyaçtır. Bebeğin açlığını gidermesi için annesinin memesini tüm açlık duygularıyla emmesi gibidir ve her canlı sevgiye muhtaçtır. Yaradan’dan koparken, öz sevgi kaynağımıza derin özlem duygusuyla, o saf sevginin yokluğu ile açlık duygusunu ortaya çıkartırız. Bu açlık duygusuyla, eksiklik, yokluk hislerini telafi için birilerine, bir şeylere, sevgiyle bağlanma ihtiyacı yaşarız. O sevgi hisleri aslında karşısındakinin sevgi kaynağı olduğunu ve ondan beslenebileceğinin zannı ile ona bağlanma duygusunu geliştirir. Bu zan bizim için doğru kaynaktan oluşmamışsa, bizi hayal kırıklığı, yaşamdan zevk alamamaya kadar götüren bir sürece sokabilir. Hayatımıza giren bu bağlanma bozukluklarının temelinde sevgi açlığının doyumsuzluğu vardır.

Sizler sevgi için ne düşünürsünüz ve nasıl anlatırsınız bilemem. Ben buradan sadece sevginin bir açlık sorunu olduğunu size ilettiğimde, bu açlığı hissettiğinizi hissediyorum. Kimin sevgiye açlığı yoktur ki? Sevgiye karnını doyurmuş biri tanıyor musunuz? Sevgi aldıkça daha, daha isteriz.

Sevgiye doyarmıyız? Pek zannetmiyorum çünkü bu açlık sadece “O” na kavuşunca bitecek…
İşte bu açlık duygusuyla sevgiyi bazen öylesine yoğun almak isteriz ki, bu bizi haddini aşmış hislere sürükler. Bu sevgiyi yeterli bulmaz, doyamayız, istedikçe isteriz ki; bu da bizi çocuk bilincine taşır. Eğer erişkin yaşlarda hala bu duyguları yaşıyorsak, yaşamımızda da sorun yaşarız. Psikolojik sorunların temel nedeni, haddini aşmış sevgi ya da yeterli alınamamış sevgidir. Burada dengenin önemi yine ortaya çıkıyor.

Bizler Yaradan’ımızdan kopma noktasında ayrılık acısıyla yaşamaya başlayan varlıklar olarak, hayatta her daim bu duyguyla yaşarız. Bu acının verdiği tesir ile aşk acısının kişiyi niçin Yaradan’a yaklaştırdığını anlaya biliriz. Bu kavuşma arzusundan doğan duygular; özlem, açlık, aradığını bulamama ya da kim olduğunu bilememe duygularıyla sevgiyi arar, dururuz. Aynı annemizden doğma anındaki yaşadıklarımız gibi. Sıcacık, güvenli ve sevgi, şefkat dolu bir alandan ayrılmak. Buda bir kopuştur ve doğan her varlığın bebeği, açlık hissederek emme duygusunu tetikler ve o dürtü ile annesinin memesine yapışır. Bunun içinde doyumsuz yapının temeli yeterli sevgi alamadığını düşünmektir.
Sevginin yaşamdaki ilk kaynağı, annedir. Annenin çocuklar üstünde inanılmaz etkileri vardır. Anneden sevgiyi yetersiz aldığımızı düşündüğümüzde, hayat boyu sevgide doyumsuzluk hissedebiliriz. Fazla aldığımızda da anneden kopamaz ve her daim annesinin yavrusu halinde yaşarız. Büyümeyen çocuklar olarak yaşamak, sorumluluk alamayan insanlar yaratır. Toplumda annesinden sağlıklı bir ayrışma yaşamış erişkin bilinçli kişilere ihtiyaç vardır ve bundan dolayı da bilinçli annelere ihtiyaç inanamayacağınız kadar çoktur. Sevgiyi yaşamda dengeli bir halde yaşamak, anne ile bağımızda denge olmasıyla bağlantılıdır.

Çocuk anne ve babasının sevgisini kazanmak için, yaşam boyu en iyi çocuk olduğunu kanıtlama çabasında olur. Bu kanıtlama çabası insanlara karşı değil, temelde anne – babaya karşıdır.

Var olmuş her varlık sevgi için her şeyi yapar… bilinçli ya da bilinçsiz…

YURDAAY ONARAN

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
× Bize Yazın