Anima – Animus
Jung erkekte kadının, kadında da erkeğin vasıflarına değinir. Yani kısaca insanlar çift cinsiyetlidir. Bedenin sahip olduğu cinsiyetin hormon salgısına göre kişi cinsiyetini hisseder.Ama içinde taşıdığı karşı cinsiyeti vardır.Animus erkektir ve kadının bilinç dışında bulunur. İçindeki animusu oluşturmak için etkilendiği kişilerle barışık olmayan kadın, yaşamındaki erkeklerle barışamayabilir.
Buradaki karmaşıklık aynen ilişkilerine yansır.Animus ilk tanığı erkekle şekillenir kadında, o da babadır. Babanın kadının hayatında duruşu, animanın şeklini belirler. Babaya hayran olanların animusu, kahraman babanın yansımasında oluşturur ama kişide babaya nefret ya da tepki varsa anima tam tersi bir görüntüye geçer. Bu kahraman animus bazen de film kahramanları, artistler, tanınmış kişiler hatta çizgi film kahramanları bile olabilir. Yaşamında neye ihtiyaç duyuyorsa, bunu kadın animusuna yükler ve bu da içindeki erkeği şekillendirir. Hayatındaki erkeklerden de buna benzemelerini ister. Hayalindeki erkek aslında içindeki animusdan başkası değildir.
Anima ise kadındır ve erkeğin bilinç dışında bulunan kadına ait vasıflardır. Anima erkeğin içindeki yani hayalindeki kadındır. Erkeklerin animaları, ilk tanıdıkları kadın olan annelerinden tesir alırlar. Hayatındaki kadınlar da animanın tesiri ile var olurlar. Bir erkek çocuğun hayatta erkek olabilmesi için, annenin doğru düzlemde bir kadın olması gerekir ki, animusu yaratacak anne ne kadar kadın olduysa, erkekte o kadar erkek olacaktır.
Bu bilginin takibinde yine Jung’un bize sunduğu gölge yanlarımız, yani karanlık ve kabul etmediğimiz yanlarımız da bizim eş seçimimizi etkileyen faktörlerdir.
“Gölgelerimiz, ne mutlak iyi ne de mutlak kötüdür.” der Jung ve gölgenin varlığını bilinçdışından bilince kavuşturmanın önemini anlatır. Eğer bunu yapamazsak, kendi gölgemizin dışarıya yansıması daha sert olur ve bu da insanlarla iletişimimizi bozabilir. Gölgemizle çatışmak uyumsuz bir kişilik yaratır. Bu çatışmanın etkileri de ruhta derin yaralara yol açar. Gölgelerin varlığı da, anima – animusun oluşum etkisinden daha derin olan yaşamın getirdiği geleneksel bilgilerle oluşur. (Sosyal, dinsel, kültürel, vs.)
Kadın – erkek, anima – animus ve gölgelerinin etkisi altında eşlerini seçer ve aile kurarlar. Anne – babanın ilişkilerini kendimize göre yorumlayıp ve yargılayarak kendi hayatımıza yansıtırız.
Eğer kadının babayla olan ilişkisi sevgi üstüne kurulabilmişse ki, kadının ilk aşkı babasıdır. Bu duyguyla erkeklerde hep babasını arar, babaya benzer kişilere ilgi duyar ve eşinin de babaya benzer olmasını ister. Eğer babaya benzediği zannı ile eş seçilmiş ama zaman içinde bunun öyle olmadığı anlaşılırsa, kişi mutsuz bir bağlanmaya geçer. Babaya aşırı bağlılık, bağlanma bozukluğu yaratacağından hayatına giren erkeklerde de bağlanma bozukluğu yaşar. Dengeyi bulana kadar, ilişkilerdeki sorunları halledemez durumda kalır. Diğer taraftan babaya duyulan öfke ve saygısızlık,yaşamdaki tüm erkeklere yansıyabilir. Bu duygu ile büyüyen çocuklarsevgi üretmekte zorluk çekerler çünkü babadan akacak duygular, çocuğa geçmez ve çocuk bu duyguları hissetmek ve adlandırmakta zorluk çeker.
Her erkek kendi içinde ebedi kadının hayalini taşır ve onu arar. Bu ebedi kadının formu yoğun anne tesirinde olduğu için erkeklerde eşlerinde annelerini ararlar ve bulamazlarsa mutsuz olurlar. “Annem böyleydi, annem böyle yapardı, annemin yemekleri, annemin hasta bakması, vs…”
Birçok erkekte bu kıyaslama vardır. Eşi kişilik geliştirememiş ise “partnerinin annesi gibi olma” çabası ile yaşar. Ama bu çaba da boşunadır. Aşırı düşkünlükten kaynaklı tanrıçalaşmış annenin yerini hiçbir kadın dolduramaz. Bu düzlemde kendisi de, eşi de mutsuz yaşar.
Kadın erkeğini, erkek kadınını baba ve annelerinin tesirinden özgürleşmiş bir bilinçle seçime gidebiliyor ve ilişki yaşayabiliyorsa, huzurlu ve dengeli bir ilişki ile mutlu olabilirler.